Av. Enes ALİŞ, LL.M.

1.YARGI YERİ

Hukuk sistemimizde uyuşmazlıkların çözümü için, bunların niteliklerine göre yargı teşkilatı içerisinde farklı yargı kolları düzenlenmiştir. Buna göre her uyuşmazlık niteliğine göre uygun yargı koluna giren yargı yerinde çözümlenmelidir. İdari nitelikteki bir dava hukuk mahkemesinde veya hukuk mahkemesindeki idare mahkemesinde yanlış olarak açılmışsa davalının davanın her safhasında yargı yolu itirazında bulunabileceği gibi mahkeme re’sen de görevsizlik kararı verebilir[1].

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 110. maddesinde, 6099 sy. Kanunun 14. maddesi ile değişiklik yapılmış ve kanunun yürürlüğe girdiği 19.01.2011 tarihinden itibaren, işleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanlar da dahil olmak üzere, 2918 sy. KTK’dan doğan sorumluluk davaları adli yargıda görülecek ve zarar görenin kamu görevlisi olması halinde de bu hükümler uygulanacaktır. Ayrıca hemzemin geçitte meydana gelen kazalarda da 2918 sy. KTK hükümleri uygulanacak ve bu kazalardan doğan sorumluluk davaları da adli yargı yerlerinde görülecektir. Bu düzenleme ile farklı yorum ve içtihatların ve bunun sonucu oluşan farklı uygulamaların önüne geçilmeye çalışılmıştır[2]. Ancak kazanın oluş yeri ve şekli gibi her somut olayda farklılık gösterebilecek durumlara dikkat edilmesi gerekmektedir. Çünkü, 2918 sy. KTK, karayollarında ve trafik düzeni içerisinde gerçekleşen kazalar için uygulama alanı bulacaktır. Bunun dışındaki haller için yine yargı yerinin tayini somut olaya göre farklılık gösterecektir[3].

2.GÖREV

1086 sy. HUMK döneminde malvarlığı hukukundan doğan, miktar ve değeri kanunda tayin edilen miktarı geçmeyen davalar sulh hukuk mahkemesinde, bu miktarın üzerindekiler ise asliye hukuk mahkemesinde görülmekteydi (HUMK m.8). 6100 sy. HMK ile bu sınırlama ortadan kaldırılarak genel görevli mahkeme münhasıran Asliye Hukuk Mahkemeleri olmuştur. Ancak trafik kazalarından doğan alacaklar için görevli mahkeme konusundaki tartışma bundan ibaret değildir.

Sigortacının halefiyeti prensibi TTK m. 1472’de düzenlendiği ve TTK’da düzenlenen konuların ticari dava sayılacağı TTK m. 4/1 de belirtildiği için, sigortacının açacağı rücu davasının mutlak ticari dava olarak nitelendirilmesi ve bu davaların ticaret mahkemelerinde görülmesi gerektiği doktrinde ileri sürülmüştür[4]. Buna karşı olan görüş ise; zarara uğrayanın zararına yol açan haksız fiil, umumiyetle ticari nitelikte bir işten doğmayacağından, taraflar tacir olsalar dahi zarar TBK’da yer alan haksız fiilden kaynaklandığı için davaya Asliye Hukuk Mahkemelerinde bakılması gerektiğini ileri sürmüştür[5]. Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin görev konusunda iki farklı görüşte de içtihatları bulunmaktadır[6]. Üçüncü bir görüş ise sadece her iki tarafın tacir olduğu ve ticari işletmeyi ilgilendiren durumlara ilişkin rücu davalarının nispi ticari dava kapsamında ticaret mahkemelerinde görülmesi gerektiğini savunmuştur[7].

Bir başka tartışma konusu husus ise tazminat borçlusunun fiili, aynı zamanda bir suç oluşturursa sigortalı ceza davası devamı süresince, Ceza Mahkemesi nezdinde şahsi dava açmak veya kamu davasına katılmak suretiyle zararının giderilmesini talep edebilir. Sigorta tazminatını ödeyen sigortacı, halefiyet yoluyla TCK ve CMK’nın suçtan zarar görene tanıdığı yetkilerden yararlanıp rücu davasını hukuk mahkemeleri yerine ceza mahkemelerinde açabilecek midir? Doktrinde OMAĞ, suçtan zarar gören kavramını geniş yorumlanması gerektiğini ve bunun sınırları içerisine sigortacıyı da sokmakta bir sakınca olmadığını savunmuştur[8].

 Tüm bunların dışında bazı özellikli durumlar için iş mahkemesi ve tüketici mahkemesinin de görevli olduğu görüş ve kararlar mevcuttur.

2.1. İş Mahkemesi’nin Görevli Olduğu Haller

5521 sy. İş Mahkemeleri Kanununun 1. maddesi ve 29.06.1960 tarihli 1960/13 Esas, 1960/15 Karar sayılı YİBBGK kararında da, işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanuna dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuki uyuşmazlıkların İş Mahkemelerinde çözümleneceği açıklanmıştır.

5510 sy. Kanunun 13. maddesine göre; ‘’İş Kazası’’: ‘’a) Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada, b) İşveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle sigortalı kendi adına ve hesabına bağımsız çalışıyorsa yürütmekte olduğu iş nedeniyle, c) Bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalının, görevli olarak işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda, d) Bu Kanunun 4. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamındaki emziren kadın sigortalının, iş mevzuatı gereğince çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda, e) Sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında, meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen engelli hâle getiren olaylar’’ şeklinde tanımlanmıştır[9].

5510 sy. Kanunun 101. maddesine göre ‘’ Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür.’’ denilerek, Kanun metninde yer alan herhangi bir hükmün uygulanmasında doğan uyuşmazlıklarda İş Mahkemesinin görevli olacağı belirtilmiştir.

Buna göre trafik-iş kazasından kaynaklanan bir davada İş Mahkemesinin görevli olması için 1-) Uyuşmazlığın tarafları işçi ve işveren (veya işveren vekili) olmalıdır. 2-) Uyuşmazlık iş sözleşmesinden veya İş Kanunundan kaynaklanmaktadır[10]. Ancak öğretide işçi ve hak sahipleri, yalnızca üçüncü kişiyi dava etmişlerse, bu davayı, işçi ve üçüncü kişi arasında sözleşme olmadığından, görevsizlik kararıyla İş Mahkemesine gönderilemeyeceği, Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli olduğu savunulmuştur[11].

2.2. Tüketici Mahkemesinin Görevli Olduğu Haller

6502 sy. TKHK’nın 3/1-l maddesinde ‘’tüketici işlemi’’: ‘’Mal veya hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler arasında kurulan, eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekâlet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler de dâhil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlemi ifade eder’’ şeklinde tanımlamıştır.

Yine aynı kanunun 73/1 maddesinde ‘’Tüketici işlemleri ile tüketiciye yönelik uygulamalardan doğabilecek uyuşmazlıklara ilişkin davalarda tüketici mahkemeleri görevlidir.’’ denilerek sigorta sözleşmeleri dahil her türlü tüketici işleminde Tüketici Mahkemelerinin görevli olacağı belirtilmiştir.

 Yargıtay bu hususta bir kararında ‘’… somut uyuşmazlıkta davacı sigortacı; davalı sigortalı ise tüketici konumunda olup, taraflar arasında akdedilen sigorta sözleşmesi bir tüketici işlemidir. O halde, tüketici işleminden kaynaklanan bu uyuşmazlığın Tüketici Mahkemesi tarafından görülmesi gerekir.’’ diyerek Tüketici Mahkemelerinin görevli olduğunu belirtmiştir[12].

3. YETKİ

HMK m.5: ‘’Mahkemelerin yetkisi, diğer kanunlarda yer alan yetkiye ilişkin hükümler saklı kalmak üzere, bu Kanundaki hükümlere tabidir.’’ şeklindedir. Buna göre yetkili mahkemenin tespitinde kural olarak KTK m. 110 esas alınacaktır. Söz konusu madde, motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigorta şirketinin merkezinin, şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi, kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir demektedir. Aynı husus ZMSS genel şartlarının C.7. maddesinde de tekrarlanmıştır.

Sigortacının, zarar sorumlusuna açacağı rücu davasında HMK m.6’daki genel yetki hükümleri de uygulanır. Buna göre genel yetkili mahkeme davalının yerleşim yeri mahkemesidir. Davalı birden fazla ise rücu davası bunlardan birinin yerleşim yeri mahkemesinde açılabilecektir. Ancak birden fazla davalı bakımından ortak yetkiyi taşıyan bir mahkeme mevcut ise davaya o yer mahkemesinde bakılır (HMK m.7/1). Trafik kazası haksız fiil teşkil edip, tüm davalılar bakımından, trafik kazasının meydana geldiği yer mahkemesi ortak yetkili mahkeme sayılır ve rücu davası burada görülebilir (HMK m. 16). Bunun için tek şart, davanın kötü niyet ile davalılardan birini kendi mahkemesinden başka bir mahkemeye götürmek amacıyla açılmamış olmasıdır[13]. Eğer kanunda belirtilen kötü niyet söz konusuysa; bu dava hakkında yetkisizlik kararı verilerek diğer davadan ayrılır[14].

 ZMSS zarar sigortaları içinde yer aldığından sigortacı, HMK m. 15’e göre de rizikonun, yani kazanın gerçekleştiği yerde de dava açabilecektir.

Sigorta şirketinin rücu davasını yetkisiz mahkemede açması halinde, KTK m. 110 kamu düzenini ilgilendiren kesin yetki kuralı getirmediği için, yetki itirazının ilk itiraz olmasından dolayı, karşı taraf cevap dilekçesi ile yetki itirazında bulunmadığı sürece mahkeme yetkili olup olmadığını re’sen inceleyemez ve yetkisizlik kararı veremez (HMK m. 116,117). Bu durumda, taraflar arasında zımni yetki sözleşmesi yapıldığı kabul edilir ve aslen yetkisiz olan mahkeme yetkilendirilmiş olur[15].

4. RÜCU DAVASINDA TARAFLAR

4.1.  Davacı Taraf

Kural olarak rücu davasını açma hakkı, sigorta tazminatını ödeyen sigortacıdadır (TTK m. 1472). Sigortacının halefiyetinin gerçekleşmesi ile sigortalının tazminat borçlusuna karşı sahip olduğu dava hakkı düşer ve bu dava hakkı ex lege (kanun gereğince) olarak sigortacıya geçer[16]. Eğer sigortalı tazminat davasını açmış olup da bu dava devam ederken sigortacının halefiyeti gerçekleşirse, sigortacı yeni bir rücu davası açmak zorunda olmayıp, sigortalının açtığı davaya devam edilir (HMK m.125/2)[17]. Bu durumda sigortacı yeniden harç ödeme mecburiyetinde tutulmamalı ve o ana kadar toplanan delillerden yararlanabilmelidir. Çünkü sigortalının dava sırasında elde ettiği haklar, TBK m.168/1 anlamında müteferri haklardan saymak mümkün olduğundan bunların da halefiyet yoluyla sigortacıya geçmesi doğaldır. Bunun sonucu olarak tazminat alacağına ex lege sahip olan sigortacı davaya kaldığı yerden devam ettiğinden, daha önce yapılmış işlemlerin tekrarlanmasını isteyemez[18].

Reasürör de sigorta şirketlerine reasürans anlaşması gereğince gerekli ödemelerde bulunduğu takdirde TTK m. 1472’den yararlanarak rücu davası açabilecektir. Sigortacının iflası halinde ise, iflas idaresi, iflas masasının kanuni temsilcisi sıfatıyla, rücu davası açmaya yetkili olacaktır. Sigortacının kanuni halefiyet yoluyla sahip olduğu tazminat alacağını başkasına devretmesi mümkündür (TBK m. 183). Devir halinde rücu davasını devralan açabilecektir[19].

4.2.  Davalı Taraf

Kural olarak, rücu davasında husumet, zarar veren kişiye karşı yöneltilir. Zarardan başkaca sorumlu olanlar varsa rücu davası onlara karşı da açılabilir[20]. Sigortalıya karşı müteselsil sorumlu olanların halef sıfatıyla sigortacıya karşı da sorumlulukları müteselsildir[21]. Zarardan sorumlu olanlar gerçek veya tüzel kişi olabilir. Sigortacı bir kamu hukuku tüzel kişisi olan devlete de rücu edebilir[22].

Davalının iflası halinde iflas masasına ait olan mal ve haklara ilişkin davaları takip yetkisi müflise ait olmayıp kanuni temsilcisi olan iflas idaresine aittir. Sigortacı, davalının vefatı halinde ölümden önce doğmuş tazminat alacağını, mirası süresinde ve usule uygun reddetmeyen mirasçıları karşı külli halefiyet gereğince açabilir[23]. Eğer sigortalı karşısında birden fazla sorumlu kişi bulunuyorsa, sigortacı bu kimselere karşı müteselsil sorumluluk esaslarına göre rücu davası açabilir[24].

5. RÜCU HAKKININ HALEFİYETTEN FARKI

Başkasına ait bir borcu ödeyen kişinin, bir yasa hükmüne dayanarak (ex lege) onun yerine geçmesine halefiyet (ardıllık) denir. Alacağın sözleşme ile değil de kanun gereği geçmesi bakımından alacağın temlikinden ayrılır[25]. Rücu (dönme) hakkı ise, başkasına ait bir borcu yerine getiren kişinin mal varlığında meydana gelen kaybı gidermeye yönelen tazminat niteliğinde bir talep hakkıdır[26]. Sigorta şirketinin bu hakkını dava yoluyla kullanması halinde de açılacak olan davaya rücu davası denilmektedir[27].

Halefiyet hakkı, borçlu adına alacaklıyı tatmin eden kişi (sigortacı) ile alacaklı arasındaki ilişkiden, yani dış ilişkiden kaynaklanmaktadır. Rücu hakkı ise asıl borçlu ile onun borcunu ifa ederek fedakârlıkta bulunan ve alacaklıyı tatmin eden (sigortacı) arasındaki ilişkiden, yani iç ilişkiden doğar[28].

Halefiyette, halef olan kişi (sigortacı) zarar gören alacaklıyı tatmin ettiği anda yeni bir hak elde etmemektedir. Alacaklıya ait olan hakkı kanun gereği (ex lege) devralmaktadır[29]. Bu devirle birlikte alacağa bağlı olan bütün asli ve fer’i haklar da halef olan şahsa (sigortacıya) geçer. Böylece, zarara neden olan kişilere karşı sigortalının açabileceği tüm davaları sigortacı açar ve meydana gelen zararın tazminine ilişkin talep haklarını kullanır[30]. Alacağın muaccel olduğu andan itibaren işlemeye başlayan zamanaşımı, halefiyetle işlemeye devam eder.

Rücu hakkında ise; alacaklıyı tatmin eden kişi (sigortacı), tatmin ettiği alacaklıya ait olan bir hakkı devralmamakta; alacaklının hakkından bağımsız, kendi şahsında doğan yeni bir hak elde etmektedir. Bunun sonucu olarak, rücu hakkı, bu hakka sahip olan kişinin şahsında doğduğu anda muaccel olmakta ve yeni bir zamanaşımı süresi işlemeye başlamaktadır[31].

Halef olan kişi, rücu hakkı olan kişiye nazaran daha geniş imkanlara sahiptir. Rücu hakkını kullanabilmek için, sadece alacaklıya ifada bulunulduğunu ispatı yeterli olmaz; ayrıca rücua esas teşkil eden hukuki sebebi de ispat etmelidir. Halefiyette ise, ödemede bulunan kimse kural olarak sadece ödemeyi ispat etmekle yetinir[32].

Rücu hakkının bulunması, mutlaka halefıyetin de bulunduğu anlamına gelmez. Kanun koyucu rücu hakkını halefiyet yoluyla güçlendirmek istiyorsa bunu açıkça kanunda belirtmelidir. Kanunun belirtmediği hallerde rücu hakkı vardır ama halefıyet yoktur[33]. Yani her halef olan kimse rücu hakkına sahip olurken her rücu hakkı olan kimse halefiyet hakkına sahip değildir[34]. Bütün bu hallerde halefiyet, başlı başına bir amaç olmayıp, rücu hakkının gerçekleştirilmesi için bir vasıtadır[35].

6.SİGORTACININ KANUNİ HALEFİYETE DAYANAN RÜCU HAKKI İLE İLGİLİ TARTIŞMALAR

6.1.  Sigortacının Rücu Hakkını Reddeden Görüş

Sigortacının sigortalının haklarına halef olmasıyla birlikte zararı gerçekleştirene rücu hakkını reddeden görüş şu gerekçeleri ileri sürmektedir;

Sigorta sözleşmesi taraflar arasında hüküm ifade eder, üçüncü kişilere etkili değildir. Sigortacı sigortalının zararını ödemekle kendisine düşen sözleşmesel bir borcunu ifa etmiş olur[36]. Bu nedenle, bu borcunu başkasına yükleyemez. Sigortacının ödediği zarar sigortalıdan aldığı primlerin karşılığını teşkil eder[37].

Sigortacı sigortalının zararını ödemekle bir zarara uğramış olmaz. Sigortacı sigorta sözleşmesini yapmakla rizikonun gerçekleşmesi ihtimalini göze almıştır. Zira o sigorta söleşmesi yaparken muayyen istatistiklere dayanarak primi tâyin eder. Eğer iyi bir hesaplama yapmış ve gerekli tedbirleri almış ise, sigortalının zararını ödemekle zarara uğraması bir yana, kâr da elde edebilir[38].

Sigorta akdi bahtî (tesadüfe, talihe bağlı) bir akittir, rizikonun ne zaman ve nasıl gerçekleşeceği bilinmez. Her iki taraf için de kazanç ve kayıp şansı vardır[39]. Eğer sigortacıya üçüncü kişiye rücu yoluyla ödediği meblağı isteme hakkı tanınırsa, sigorta akdi bahtî bir akit olmaktan çıkar; bu durumda ise sigorta akdinin ivazları arasında dengesizlik doğar ve sigortacı bir elden sigortalıya verdiğini diğer elden üçüncü kişiden almış olur[40].

6.2.  Sigortacının Rücu Hakkını Kabul Eden Görüş

Sigortacının sigortalının haklarına halef olmasıyla birlikte zararı gerçekleştirene rücu hakkını kabul eden görüş ise şu gerekçeleri ileri sürmektedir;

Sigortacıya tanınan rücu hakkı primlerin hesaplanmasında dikkate alınır. Rücu hakkının varlığı sayesinde primler düşer ve sigorta müessesesinin toplum nezdinde yayılmasını sağlar[41].

Sigortacıya halefiyet hakkı tanınmayacak olursa, bundan zarar veren faydalanmış olacaktır. Zira sigortalı zararını sigortacıdan karşıladıktan sonra, artık zarar verene rücu edemez; çünkü zararın faili onun zararının sigortacı tarafından karşılandığını, bu nedenle artık zararının söz konusu olmadığını ileri sürebilecektir. Sigortacı ise, rücu hakkı olmadığı için faili sorumlu tutamayacak, netice olarak bundan zararın faili istifade etmiş olacaktır[42]. Halbuki böyle bir netice, üçüncü kişilerin tedbirsiz ve ihmalkâr davranışlarını bir çeşit mükafatlandırma sonucunu doğurur ki bunun hakkaniyete aykırı olduğu açıktır[43].

Sigortacının rücu hakkı sayesinde sigortalının aynı zarar için iki tazminat alması engellenmektedir. Bu sayede zarar sigortalarına hakim ‘’zenginleşme yasağının’’ uygulanması sağlanmaktadır. Kasten yaratılan hasarlar önlendiğinden, kamu düzeni ve milli servet korunmaktadır[44].

Halefiyet ve rücu prensibinin tanınmış olması, sigorta akdinin bahtî bir akit olma vasfını değiştirmez. Sigortacı bazen rizikonun doğma ihtimalini hesap eder, bazen de rizikonun doğuş tarihinin bilinmemesi üzerine kendisini ayarlar. Sigortacı, primleri sigortalılara ödeyeceği tazminatı ve halefiyet yolu ile elde edeceği meblağı dikkate alarak tespit eder. Bu nedenle, sigortacının rücu hakkı, tazminatın bir elden verilip, diğer elden geri alınması sonucunu doğurmaz[45].

7.RÜCU DAVASININ HUKUKİ NİTELİKLERİ

Sigortacının rücu davası niteliği itibariyle, bir ‘’eda davasıdır’’. Çünkü bu dava ile davalı (tazminat borçlusu), davacıya (sigortacıya) karşı belirli bir edimin ifasını ödemeye mecbur bırakılmaktadır[46]. Aynı zamanda ‘’şahsi (nisbi)’’ bir davadır. Zira bu davanın konusu, belirli kişilere karşı ileri sürülebilecek tazminat alacağı gibi şahsi bir hak oluşturur[47]. Sigortacının rücu davası, bir başka yönden ‘’tazminat davasıdır’’. Burada eda davası bir hakkın korunmasını değil bir zararın tazminini hedef almaktadır[48].

8.  RÜCU DAVALARINDA İSPAT

Sigortacı, rücu davasında her şeyden önce asıl alacaklıya (zarar görene) bir ödeme yaptığını ve onun halefi olarak dava açma hakkı kazandığını ispat etmesi gerekir. Doktrinde bir kısım yazarlar, sigortacının ödeme yaptığını her türlü delille ispat edebileceğini savunmuşlardır[49]. Bunun karşısındaki görüş ise ödemenin bir hukuki işlem olduğu, kanunda belirtilen sınırın üzerindeki bir ödeme halinde bunun HMK m. 200’e göre senetle ispatlanması mecburiyeti getiren ana kuraldan, sigortacının yapmış olduğu ödeme yönünden ayrılmayı gerektirecek bir durumun olmadığına işaret etmektedir[50].

Bunun dışında sigortacı, rücu davasını, sigortalının halefi sıfatıyla açmaktadır. Halefiyet ilkesi gereği iddianın ispatı bakımından sigortalısının tabi olduğu hükümlere tabi olması gerekmektedir[51]. Yani sigortacı, TMK m. 6 ve TBK m.50 gereği hukuka aykırı bir fiil işlendiğini, tazminat borçlusunun kusurunu, fiille zarar arasındaki illiyet bağını ve tazminat alacağını ispat etmesi gerekecektir[52]. Sigortalının zarardan sorumlu olana veya zarardan sorumlu olanın sigortalıya ileri sürebileceği def’iler, sigortacının rücu davasında da taraflarca ileri sürülebilir. Sigortalıya ait olan hak ve def’iler aynı şekilde sigortacıya geçer[53].

Haksız fiilden doğan tazminat alacakları her türlü delil ile ispat edilebilir (HMK m.203)[54]. Sözleşmeye aykırı davranıştan dolayı açılacak olan tazminat davalarında ilk önce davalının aykırı davranışta bulunduğu iddia edilen sözleşmenin yazılı delil ile ispatı gerekmektedir. Sözleşme yazılı delil ile ispat edilmesi halinde davalının sözleşmeye aykırı davranışı bir hukuki fiil ise sigortacı artık bunu her türlü delille ispat edebilecektir[55].

Doktrinde tartışma yaratan bir başka husus, sigortacının tazminat borçlusuna karşı açtığı rücu davasında, sigortalıyı tanık olarak dinletip dinletemeyeceğidir. İlk görüşe göre tanık olarak dinlenebilmek için o davanın tarafları dışında bir üçüncü kişi durumunda olmak gerekmektedir. Bu nedenle rücu davasında asıl alacaklı davanın taraflarından sayıldığı için tanık olarak dinlenemez[56]. Karşı görüş ise, zarar görenin zararı rücu davasından önce tazmin edildiğinden yapacağı tanıklığın HMK m. 250 gereğince, mali yönden kendisine zarar vermeyeceğini belirtilmekte ve bu nedenle rücu davasında taraf sayılamayacağından tanıklığına başvurulabileceği belirtilmektedir[57]. Bunların dışında bir üçüncü görüş ise sigortalının tanık sıfatıyla dinlenebilmesinin halefiyet ilkesine aykırı olduğu kabul edilmesi halinde, rücu davasında, sigortalının bilgisine isticvap yoluyla başvurulabileceği savunulmuştur[58].


[1]     Zekeriya Yılmaz, Trafik Kazaları ve Taşımacılıktan Doğan Hukuki Sorumluluk, Tazminat, Sigorta ve Rücu Davaları, 3. Baskı, Ankara, Adalet Yayınevi, 2014, s. 665 vd.

[2]     Uyuşmazlık Mah. (Huk. Böl.), 04.06.2013 T., E. 2012/603, K. 2013/869.

      YHGK, 04.07.2012 T., E. 2012/4-261, K. 2012/441.

[3]     Uyuşmazlık Mah. (Huk. Böl.), 04.06.2013 T., E. 2013/920, K. 2013/1050.

      YHGK, 26.09.2012 T., E. 2012/4-336, K. 2012/620.

[4]     Merih Kemal Omağ, Türk Hukukunda Sigortacının Kanuni Halefiyeti, Vedat Kitapçılık,İstanbul, 2011, s. 210; Hasan Tahsin Gökcan/ Seydi Kaymaz, Karayolları Trafik Kanununa Göre Hukuki Sorumluluk, Tazminat, Sigorta, Rücu Davaları ve Suçları, Ankara, 2008, s.269

[5]     Çelik Ahmet Çelik, Trafik Kazalarında Tazminat ve Sigorta Hukuk ve Ceza Sorumluluğu, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2017, s.294-297; Ergun Orhunöz, Uygulamada Karayolları Trafik Kanununa Göre Sorumluluk, Tazminat, Sigorta, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 1998, s.324; Abdurrahim Karslı, Usul Hukuku Açısından Rücu Davaları, İstanbul, 1994, s.102.

[6]     İlk görüşe örnek olarak Y. 17. HD’nin 15.02.2013 T., E. 2013/702, K. 2013/1676 sayılı, 18.03.2013 T., E.2013/3064, K. 2013/3616 sayılı ve 28.03.2013 T., E. 2013/3377, K. 2013/4482 sayılı kararları; İkinci görüşe örnek olarak ise Y. 17. HD’nin 27.06.2013 T., E. 2013/10280, K. 2013/10151 ve 31.12.2012 T., E. 2012/9255, K. 2012/15203 sayılı kararları gösterilebilir.

[7]     Aziz Serkan Arslan, Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortasından Doğan Rücu Davaları, TBB Dergisi, S. 88, 2010, s.213-214.

[8]     Omağ, a.g.e., s. 213.

[9]     Y. 10. HD, 31.01.2002 T., E. 2001/9376, K. 2002/518.

[10]    Yılmaz, a.g.e., s.732-743.

[11]    Çelik, a.g.e., s.299.

[12]    Y. 17. HD, E. 2017/67, K. 2018/127; Ayrıca bkz. Y. 17. HD, E. 2015/10789, K. 2015/10081, Y. 17. HD, E. 2015/10528, K. 2015/9783.

[13]    ‘’Görülmekte olan dava tüm davalıların ikametgâhlarının bulunduğu Şişli’de açılmışsa kazanın Eyüp’te meydana geldiği ileri sürülerek yetkisizlik itirazında bulunmak iyi niyetle bağdaşmaz.’’ Y. 4. HD,31.10.1996 T., E. 1996/8565, K. 1996/10514

[14]    Arslan, a.g.e., s.215.

[15]    Arslan, a.g.e., s. 216; Baki Kuru, Ramazan Arslan, Ejder Yılmaz, Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 6100 sy. HMK’na Göre Yeniden Yazılmış 25. Baskı, Ankara, Yetkin Yayınları, 2014, s. 156-157.

[16]    Omağ, a.g.e., s. 215-216.

[17]    Y. 11. HD, 19.06.1984 T., E. 1984/2632, K. 1984/3563.

[18]    Omağ, a.g.e., s. 218.

[19]    Omağ, a.g.e., s. 219.

[20]    Y. 11. HD, 25.03.1974 T., E. 1974/119, K. 1974/1000.

[21]    Y. 11. HD, 19.01.2006 T., E. 2005/205, K. 2006/266.; Y. 11. HD, 18.09.2006 T., E. 2005/8321, K. 2006/8846.

[22]    Omağ, a.g.e., s.220-224.

[23]    Omağ, a.g.e., s. 225.

[24]    Arslan, a.g.e., s.217.

[25]    Çelik, a.g.e., s. 749.

[26]    Yılmaz, a.g.e., s. 1106.

[27]    Halefiyet ile rücu hakkı arasındaki fark hususunda Yargıtay’ın görüşü için bkz. YHGK, 28.09.2012 T., E. 2012/4-426, K. 2012/639.

[28]    Yılmaz, a.g.e., s. 1106.

[29]    Mustafa Çeker, 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanununa Göre Sigorta Hukuku, Gözden Geçirilmiş Genişletilmiş 15. Baskı, Adana, Karahan Kitabevi, 2016, s. 165; Omağ, a.g.e., s. 52; Yılmaz a.g.e. s. 1107.

[30]    Çeker, a.g.e., s. 165.

[31]    Yılmaz, a.g.e., s. 1107.

[32]    Ahmet Kılıçoğlu, Özel ve Sosyal Sigortalarda Halefiyet ve Rücu, AÜHFD, C. 31, S. 1, 1974, s. 397.

[33]    Haluk N. Nomer, Halefiyet ile Rücu Hakkı Arasındaki İlişki, Özellikle Sosyal Sigortalar ile Özel Sigortaların Rücu Hakları Bakımından Halefiyetin Rolü, İHFM, C. LV, S.3, 1997, s. 249.

[34]    Kılıçoğlu, a.g.e., s. 398.

[35]    Yılmaz, a.g.e., s. 1108.

[36]    Reşat Atabek, Sigorta ve Sosyal Sigortada Halefiyet ve Rücu, İş Hukuku Dergisi, 1969, S. 3, C. I, s. 233.

[37]    Reha Poroy, Sigortacının Zararın Failine Rücuu, İHFM, 1953, S. 3-4, s. 1023.

[38]    Haluk Tandoğan, Mukayeseli Hukuk-Hususiyle Türk-İsviçre ve Alman Hukuku Bakımından Üçüncü Şahsın Zararının Tazmini, Ankara, 1963, s. 58.

[39]    Rayegan Kender, Türkiye’de Hususi Sigorta Hukuku, İstanbul, Fakülteler Matbaası, 1973, s. 86.

[40]    Atabek, a.g.e., s. 233.

[41]    Omağ, a.g.e., s. 46-47; Kender, a.g.e., s. 205; Tandoğan, a.g.e., s. 62; Kılıçoğlu, a.g.e., s. 401.; Atabek, a.g.e., s. 233

[42]    Atabek, a.g.e., s. 234.

[43]    Kılıçoğlu, a.g.e., s. 401; Omağ, a.g.e., s. 251.

[44]    Omağ, a.g.e., s. 251.

[45]    Kılıçoğlu, a.g.e., s. 401-402.

[46]    Kuru, Arslan, Yılmaz, a.g.e., s. 257-258.

[47]    Omağ, a.g.e., s. 187.

[48]    Işıl Ulaş, Uygulamalı Sigorta Hukuku, Ankara, Turhan Kitabevi, 2010, s.219; Yılmaz, a.g.e., s. 1124.

[49]    Kılıçoğlu, a.g.e., s. 418; Reşat Atabek, Sigorta Hukuku, İstanbul, Duygu Matbaası, 1950, s. 181; Ali Bozer, Sigorta Hukuku, Ankara, 1965, s. 215.

[50]    Omağ, a.g.e., s. 230; Karslı, a.g.e., s. 140; Işıl Ulaş, Uygulamalı Sigorta Hukuku, Ankara, Turhan Kitabevi, 1998, s. 153.

[51]    Kılıçoğlu, a.g.e., s. 418; Arslan, a.g.e., s. 217-218.

[52]    Omağ, a.g.e., s. 230.

[53]    Atabek, a.g.e., s. 248; Arslan, a.g.e., s. 219.

[54]    Arslan, a.g.e., s. 219.

[55]    Omağ, a.g.e., s. 237.

[56]    Atabek, a.g.e., s. 251; Karslı, a.g.e., s. 152.

[57]    Arslan, a.g.e., s. 220.

[58]    Omağ, a.g.e., s. 243.